KİMİZ?

Biz varlığın birliğini bilen, varlığın birliğini görünür kılmaya çalışan ve birlik halini yaşamak için her insanın bu bilinçte olması gerektiğinden, birliğe çağıran ve birliği bildirenleriz.

 

Bu konudaki fikirlerimizi şöyle özetleyebiliriz:

 

Birlik, ancak tek tek her benliğin yok edilmesiyle olur. Benlik yok edildikçe, varlığın zatı ortaya çıkar. Benliği yok etmek, sefil bir hayat sürmek, berduş olmak değildir. Esas olarak, benliğini yenen kişi, bedeninin hayatiyetini sürdürmek için zorunlu olanlar dışında bütün ihtiyaçlarından kurtularak özgürleşir ve bu noktadan itibaren gerçek anlamda “kişiliğe” sahip olur. İnsan, ne kadar az ihtiyaca sahipse o kadar özgürdür ve ihtiyaçlarına ne kadar az bağlıysa o kadar kişilik sahibidir. Bu ihtiyaçsızlık hali, zorunlu maddî ihtiyaçlar haricinde hiçbir eşyanın sahibi olmamayı, üretimde kullanılanlar dışında hiçbir araca malik olmamayı gerektirir. Zira madde geçicidir ve geçici olanın üzerinde onu kullanmak gailesi dışında sahipliğin gereği yoktur ve bütün benlik kavgaları bu gereksizliğin anlaşılamaması nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

 

Benliğin yok edilmesi, tek olan varlığın görünür olmasını sağlar. Maddî alemdeki eylemlerimiz (fiillerimiz) dosdoğru oldukça, bu dosdoğru eylemler bizim özelliklerimiz (sıfatlarımız) haline gelir. Mesela dürüstlük, her fırsatta doğruyu söyleyen bir kişinin sıfatı haline gelir. Benzer şekilde, yardımseverlik ve cömertlik, her fırsatta diğer kişilere yardım eden bir kişinin sıfatı haline gelir. Bütün iyi sıfatları bünyesinde toplayan kişi ise bunu kişilik haline getirir. Dolayısıyla benliğin yok edilmesinin karşılığı, kişilik sahibi olmaktır.

 

Varlığın birliği ancak büyük bir çaba ile kavranabilir ve devamında bu birliğin önce yaşanması, sonrasında ise birlik olunması çok daha büyük bir özveri gerektirir. Bu öyle bir özveridir ki benliğin yok edilmesini gerektirir. Benliğini yok edenlerin sayısı arttıkça birlik yaşanmaya başlar ve her benlik yok edildiği anda birlik olunur.

 

Varlık her an birdir. Varlığın zamanı ve mekânı yoktur. Zira, varlık hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Zaman ve mekân, varlığın sonsuzluğunun kısıtlı anlayışla kavranabilmesine imkân sağlayan boyutlardır. Bu boyutlar sayesinde zamanın en küçük birimi olan her anda ve mekânın en küçük boyutu olan her zerrede varlık tecelli eder. An ve zerre birimlerinin kullanılmasında herhangi bir ölçek yoktur, yani anın ve zerrenin küçültülmesinde veya büyütülmesinde sınır yoktur. Bu sayede, sonsuz olan varlık, sınırlı olan maddede tecelli eder.

 

Her şekliyle madde, varlığın tecelligâhıdır. Madde inorganik maddeler, bitki, hayvan ve insan kategorilerinde hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Bütün basamaklar, varlığın bir adım daha fazla tecelli etmesini sağlayan araçlardır. Madde, en ilkel safhadan en üst safhaya kadar varlığın en düşükten en yükseğe doğru algılanma derecelerini yansıtır. En üst basamakta olan insan, ulaştığı kemal derecesi nispetinde, varlığın en yüksek tecelligâhıdır. Varlık değişmezdir. Bununla birlikte, görünen ve görünmeyen her zerre ve her an, varlığın sonsuzluğunun kavranabilmesi için onun ayrı birer yönünü yansıtır. Dolayısıyla, maddeyi varlığın aynadaki yansıması gibi düşünebiliriz. Maddeye ait birer kavram olan zaman ve mekân, varlığın sonsuzluğunun yansıtılmasında derinlik sağlayıcı unsurlardır. Zaman ve mekânın kendi içindeki gece-gündüz, mevsimler, hacim, hız, ısı, vb. çeşitlilik de varlığı yansıtmadaki derinliği pekiştirir.

 

Bütün bu çeşitlilikten öte olarak varlığın tek olduğunu ifade ediyoruz. Varlık, mutlak iradeden ibaret olan güçtür. Neden böyle dedik? Var olma, varlığından haberdar olma ve varlığını sürdürme, insan hayatından görülebileceği ve doğadan gözlemlenebileceği üzere var olanın gayretiyle, hayata tutunma çabasıyla mümkündür. İşte bu gayret, buradaki, yani var olma hususundaki iradeden kaynaklanmaktadır. Bu irade nedir? Varlık, öncelikle, var olma iradesi taşıyan benliktir, nefistir. Görünür olduğuna göre, tanınma iradesi de vardır. İrade taşıdığına göre de bilince sahiptir.

 

“Varlık” kavramına ilişkin düşünce alemini incelediğimizde burada çoklu bir varlık düşüncesinin hâkim olduğunu görmekteyiz. Yani, ayrı bir yaratıcının olduğu kabul edilsin veya edilmesin, yaratılmış olduğu düşünülen veya düşünülmeyen, doğadaki ve doğa dışındaki her bir unsurun ayrı birer varlık değeri taşıdığı anlayışı, genel düşünce dünyasına hakimdir.

 

Her bir unsurun ayrı birer varlık olduğu kabulü, söz konusu her bir unsurun benlik iddiasından kaynaklanmaktadır. Benlik iddiasının çıkış noktasını ise kişilerin bireysel olarak yaşadıkları haz ve acılar, doygunluk ve noksanlıklar oluşturmaktadır. Herhangi bir anda, haz veya acıyı, doygunluk veya noksanlığı bedenî olarak sadece kendisinin yaşaması, bireyde, kendisinin diğer bireylerden ayrı olduğu algısını oluşturmaktadır. Birey, buradan hareketle, “Ben, herkesten ayrı olarak haz ve acı duyuyorsam, o zaman herkesten ayrı ve bağımsız bir varlığım, yani herkesten ayrı bir benlik taşıyorum” ve devamında “Ben ayrı bir benlik taşıyorsam, öyleyse etrafımdakiler de ayrı ayrı benlikler taşıyordur ve onlar da ayrı birer “ben”dir” noktasına ulaşır.

 

Ancak, haz ve acılardan, doygunluk ve noksanlıklardan kaynaklandığı için doğadaki benlik algısının kuvvetli bir bilinçten ziyade doğanın kendi içindeki şartların zorlamasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla benlik, ancak refleks düzeyindeki bir bilincin ürünüdür. Doğadaki haz ve acıların bireyin bedeninde hissedilmesiyle diğer bireylerden ayrılmasına dayalı bir benlik, bu nedenle, ancak bedenî bir bilinç olabilir. Yani, burada benlik dediğimiz kavram, esasında, bireyin kendi bedeninin, diğer bedenlerden ayrı ve bağımsız olduğu bilincinden ibarettir ve bu durum doğada birey tarafından kolayca gözlemlenebilir de. Buraya kadar kolayca fark edilebilir durumda olan bedenî benlik, diğer bedenî benliklerle etkileşime geçer ve bunların arasında yerine göre yakınlaşma ama çoğunlukla bireysel hayatını sürdürme amaçlı sürtüşme, çatışma, kavga şeklinde geçen mücadele, bütün bir doğa tarihinin ana yürütücü gücü olur.

 

Şunu söyleyelim ki madde üzerinden varlık tanımı yapmak, geçici, haz ve acılara dayalı benliğini her an kaybedebilecek, her an değişen, bir an öncesiyle bir an sonrası birbirinden farklı, kararsız bir öğe üzerine “varlık” kavramını yerleştirmek ve bu “varlık”ın üzerine bir de bilinç elbisesi giydirmek, en başta, kendi içinde tutarsızlık taşımaktadır. Zira, kendi bedeni ve bünyesi üzerinde bile belirleyiciliği olmayan, benlik algısına ulaştığı anda ve sonrasındaki zamanda, kendi bedeni dahil bütün çevresini, müdahalesi ve iradesi dışında kendisine verilmiş halde bulan, üstelik bu verili çevresi her an değişen ve benlik denen özelliği ancak diğer öğelerle etkileşimiyle görece anlam ifade edebilen bir öğe, varlık olarak adlandırılamaz. Kendi oluşturduğu bir benliğe sahip değildir, bedeni ve benliği dahil gördüğü / hissettiği veya görmediği / hissetmediği çevre kendisine hazır sunulmuştur. Bu nedenle, burada bahsedilen her bir öğe ancak varlığın birer görüntüsü olabilir.

 

Varlık, bütün bu öğelerden bağımsızdır, onun önü ve sonu yoktur, kendisine müdahale edilemez, her şey kendi iradesi doğrultusunda olur. Zira,

 

  • görüntü konumundaki öğelerle bağlantılı olsaydı, onların etkilendiği hususlardan kendisi de etkilenirdi, onlar gibi değişken olurdu. Dışarıdan müdahaleye açık bir öğenin iradesi kısmîdir, bu durumda var olduğuna hükmedilemez, zira varlığı yine bir başkasına bağlıdır.

 

  • önü ve sonu olsaydı, öncesinde ve sonrasında neyin olduğu sorulurdu. Önü ve sonu olan geçicidir, ortaya çıkma ve sona erme nedenlerine tabidir, dolayısıyla kendisine dışarıdan müdahale edilmiştir. Öncesinde bir şey olan, muhtemeldir ki öncesinde olanın etkisinde olurdu ve bu durumda öncesindekinden önce neyin olduğu sorulurdu ve bu soru ilanihaye devam ettirilebilirdi. Sonu olan ise iradesini bir şekilde kaybetmiş demektir ve bu durumda da onun var olduğuna hükmedilemez, zira varlığı yine bir başkasına bağlıdır.

 

  • kendisine müdahale edilebilseydi, müdahale edenin etkisinde olurdu, onun bir uzantısı, gölgesi ve bundan öte, sadece bir aracı olurdu. Kendisine müdahale edilebilen bir öğenin iradesi kısmîdir, bu durumda var olduğuna hükmedilemez, zira varlığı yine bir başkasına bağlıdır.

 

  • her şey kendi iradesi doğrultusunda olmasaydı, müdahale edemediği şeylerin / alanların, kendisi üzerinde etkisi olurdu. Madde aleminde bazı hususlara müdahale edebilirken, bazılarına edemiyoruz. Şurası muhakkak ki, insanoğlunun doğada müdahale edebildiği hususlar zaman içinde çoğalmaktadır. Bununla birlikte, bütün maddeye müdahale ettiğimizi varsaysak bile, maddenin kendi içindeki harekete, onun doğal değişimine ve zamana müdahale edemiyoruz. Kendi bünyemizde veya çevremizde, hükmümüz dışında en ufak bir değişim yaşanmayıncaya kadar, bünyemizin ve çevremizin tamamen veya kısmen irademiz dışında oluştuğunu ve değiştiğini görmeye devam edeceğiz. Her şeye müdahale edemeyen bir öğenin iradesi kısmîdir, bu durumda var olduğuna hükmedilemez, zira varlığı, müdahale edemediği şeylerle / alanlarla sınırlıdır.

 

Bir başkasına bağlı olan, dışarıdan müdahale edilen, bir başkasının iradesine tabi olan ve benzeri şekilde bünyesine ve çevresine hükmünü tam olarak yansıtamayan bir öğenin neden ayrı bir varlık olarak değerlendirilemeyeceği sorusuna verilebilecek cevap, o öğenin ancak ilintili olduğu varlığın uzantısı, gölgesi ve bundan öte, sadece bir aracı olduğudur. Zira, nasıl ki insanın imal ettiği ve üzerinde hükmettiği herhangi bir malzeme, makine, araç, vb. ürün ayrı bir varlık olarak değerlendirilemezse, kendisi başka bir varlığın iradesine tabi olan herhangi bir öğe ki buna çevremizde hazır bulduğumuz her türlü madde dahildir, münhasıran varlık olarak değerlendirilemez.

 

Varlık her şeyden bağımsızdır, onun önü ve sonu yoktur, kendisine müdahale edilemez, her şey kendi iradesi doğrultusunda olur.

 

Her şeyden bağımsız olduğu, hiçbir müdahaleye açık olmadığı ve her şey kendi iradesinde olduğu için varlık rakip kabul etmez, varlık tektir. Zira, ikinci bir varlıkla mutlaka etkileşime geçerdi ve bu durum bunlardan en az birinin varlık özelliğini ortadan kaldırırdı. Varlık öncesiz ve sonrasızdır. Zira, önü ve sonu olsaydı geçici olurdu, ortaya çıkma ve sona erme nedenlerine tabi olurdu. Bu durumda, ona bu nedenleri hazırlayan gücün hükmüne tabi olurdu. Varlık hiçbir hükmü kabul etmez, kendisi her şeye hükmeder. Bu şekilde tanımlandığı için de varlık tektir.

 

Tek olan varlık, mutlak iradeden ibaret olan ve kendinden başkası bulunmayan güçtür.

 

İşte bu çerçevedeki görüşlere sahibiz ve “ben”, “benim” demediğimiz gibi “biz”, “bizim” de dememeyi esas kabul ettik. “Ben” ve “biz”in olmadığı yerde “sen” ve “siz” de olmaz, tekliğin olduğu yerde “onlar” da olmaz. Sadece “o” vardır. “O” tek varlıktır. Geçici bedenlerinin farkına varanlar, mallarının geçiciliğini anlayanlar, maddenin kararsızlığını görenler, ihtiyaçlarından uzaklaşanlar, gözlerindeki perde inip, varlığın birliğini görüp her öğenin aynı öze sahip olduğunu ayırt edenler ve böylece benliğini yok edip artık o öze yani kişiliğe erenler, bunları yaptıkları ölçüde “o” olurlar. “Ben”den ve dolayısıyla “sen”den, “biz”den, “siz”den ve “onlar”dan ve “o”ndan başka her şeyden geçenler “o”na varırlar. Çünkü “o”ndan başka hiçbir şey yoktur.

 

Hakkı birleyenlere aşk olsun!

Previous
Previous

AMAÇ-İNSAN ÖZELLİKLERİ