PROGRAM-GÜCÜN KAYNAKLARI VE ONLARA KESİNTİSİZ ERİŞİM

İnsanların, toplumların ve devletlerin güçlü olup olmadıkları:

 

1-      Bilgi, bilim ve teknoloji,

 

2-      İktisat ve

 

3-      Güvenlik

 

alanlarındaki düzeylerine bakarak anlaşılır. Gerçekten güçlü olmak için, bu alanların tamamında ileri düzeyde olmak gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bilgi gücünün, iktisadî gücün ve güvenlik gücünün temelinde iradenin olduğunu görmektir. Tek varlıktan bahsederken, onun mutlak iradeden ibaret güç olduğunu söylemiştik. Bunun devamı olarak insanın ve onu, toplumunu ve devletini güçlü kılacak unsurların altında da aynı irade yatmaktadır. Amacın, insanı yücelterek onu tek varlığa ulaştırmak olduğu unutulmamalıdır. Bahsettiğimiz devlet yapısı, bu anlayış üzerine kuruludur.

 

Devlet yapısı, tek varlık anlayışının devamı olarak, mutlak adalet ilkesine sahiptir ve mutlak adalet ilkesi, devlet yapısını, tek varlık anlayışıyla birlikte, sonsuza kadar ayakta tutacaktır.

 

Tek varlık anlayışına ve adalet ilkesine sahip olmadan bilgiye, dolayısıyla iktisadî ve askerî güce sahip olmak, varlığın genel işleyişini, her ne kadar varlık, kendi işleyişini bozacak her türlü hamleyi zaman içerisinde tedavi ve bertaraf edecek ve bu hamleyi yapanları bünyesinden atacak olsa da, belirli bir süre için bozmuş olacaktır.

 

Güç alanlarından birincisinin bilgi olması önemlidir, zira bilgi olmadan diğer iki güce sahip olmak da, sahip olmayı sürdürmek de mümkün değildir. Bilginin temelinde düşünce, sorgulama, gözlem ve araştırma bulunmaktadır. Bunların hepsi, anlama ihtiyacının tezahürüdür. Düşünce ve sorgulamanın ilk meyvesi felsefedir ve felsefe bilimin güdüleyicisidir. Felsefe, bilim ve teknoloji bütün halinde tek bir süreçtir. Dolayısıyla, felsefe sahibi olmadan bilgi ve bilim sahibi olmak, bilgi ve bilim sahibi olmadan teknoloji sahibi olabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, öncelikle felsefe sahibi olmak gerekmektedir. Felsefe sahibi olmak nedir diye sorduğumuzda ise varlığın ne olduğuna dair temel düşünce karşımıza çıkmaktadır. Önceki kısımlarda izah ettiğimiz bu düşünceye sahip olduktan sonra felsefeyi, insanın nasıl daha fazla yüceltileceği sorusuna cevap verecek şekilde kurmak ve bilgi konusuna da böyle yaklaşmak gerekmektedir. İnsanı her an daha fazla yüceltme düşüncesine dayalı bilgi anlayışında, elbette birinci husus mevcut bilginin doğru bir şekilde çocuklara ve gençlere aktarılması ve devamında yeni bilgilerin üretilmesidir. Bütün bu işler için, okul kurumunun en düzgün şekilde kurulması lazım gelmektedir. Bu kurum ve sistem düzgün olarak kurulmadan, ne mevcut bilginin aktarılması mümkün olur, ne de yeni bilgilere ulaşmak. Okul sistemi, sadece anayasanın bir kuralını, yani eğitim zorunluluğunu yerine getirmek için düşünülürse, burada çok büyük hata edilmiş olur. Çünkü, bilgi olmadan yeni hiçbir şey üretmek mümkün olmadığı gibi eldeki düzey de zamanla kaybolacaktır.

 

Mevcut bilginin aktarılması ve yeni bilginin üretilmesinin, çözülmesi gereken iki temel husus olduğunu söyledik. Her iki husus için okul kurumunun ayağa kaldırılması şarttır. Okul kurumunun, insan hayatının tamamının merkezinde olması gerekir. Aynı şekilde, şehirlerin de okul merkezli olarak inşa edilmesi gerektiğini ifade etmeliyiz. Okul kurumu, insanların, doğumdan ilk olarak iş hayatına kadarki süreçte, ikinci kısımda ise iş hayatının bütün evrelerinde sürekli olarak başvuracakları kapı haline gelmelidir. Okul kurumunun da hem mevcut bilgileri en uygun tekniklerle insanlara aktaran, hem de sürekli yeni bilgi üreten, bu iki işlevin de sürekli birbirini desteklediği merkez konumuna ulaşması gerekmektedir. Bilgiyi aktaran, yenisini üreten, onu teknolojiye çeviren, bunları yaparken tek varlık düşüncesini ve onun, insanın durmaksızın yüceltilmesi ilkesini her an büyüyen hedef olarak hep göz önünde bulunduran okul kurumunun yöneticilerinin, bu ilkelerden ayrılmayan ve bilgiye aşık kişiler olması gerektiği aşikardır.

 

Okul kurumu, iş hayatıyla iç içe olacaktır. Okul, bir yandan çalışanların mevcut bilgilerini günceller ve onlara ek meziyetler kazandırırken, bir yandan da iş hayatındaki yöneticilerin tecrübelerini diğer insanlara aktarmalarını sağlamak üzere kurulacak sistem içerisinde onları öğretim görevlisi haline getirerek verilen teorik bilgiyi pratik uygulamalar ile sağlamlaştıracaktır.

 

Okul kurumu, millî kültürü koruma ve geliştirme ile insanların millî ve uluslararası kültür düzeylerini yükseltme faaliyetinden de sorumlu olacaktır. Zira, bilgi kavramının içinde bilimin ve teknik bilginin yanı sıra millî ve uluslararası kültür de bulunmaktadır.

 

Yapılacak düzenlemelerle okul kurumu, doğumdan ölüme kadar hayatın içinde olacaktır.

 

Bilgiden sonra iktisadi güçten bahsedebiliriz. İktisadın da temeli insandır. Klasik olarak söylendiği gibi iktisat, insanın sonsuz ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklar vasıtasıyla karşılama bilimi değil, mevcut kaynakları insanın sınırlı ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kullanma bilimidir. Tek varlık düşüncesine sahip insanların ve bu insanlardan oluşan toplumun ihtiyaçları sınırsız olamaz. Maddenin geçiciliğinin farkında olan insanlar, her an daha fazla mal ve hizmeti edinme düşüncesine sahip olamazlar.

 

İnsanın ve toplumun ihtiyaçları üç ayrı kategoride incelenmelidir. Hayatta kalmaya dair birinci kategoride:

 

  • Barınma,

 

  • Gıda ve

 

  • Giyim,

 

toplumun devamına dair ikinci kategoride:

 

  • Güvenlik,

 

  • Eğitim ve

 

  • Sağlık,

 

insanların kendilerini geliştirmesi ve çalışma şevklerini koruması ile iş hayatının işleyişinin devamına dair üçüncü kategoride ise:

 

  • Kültürel faaliyetler,

 

  • Turistik faaliyetler ve

 

  • Ulaşım / erişim

 

bulunmaktadır. Bütün ihtiyaçlar, bu başlıklar altında toplanabilir. Örneğin, kullanım suyu ve elektrik ihtiyacı, barınma ihtiyacı kapsamında değerlendirilmelidir. İnsanların yukarıda saydığımız ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacak tedbirleri almak, devletin sorumluluğundadır.

 

Devlet, insanların hayatta kalmaya dair ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacak şekilde onlara iş imkânı sağlamak, çalışamayacak durumda olanlara da gereken malî kaynağı sunmak durumundadır. İş hayatı, yalnız kâr etmek düşüncesi üzerine değil, iş yapış tekniklerinin geliştirilmesi, bu tekniklerin uygulanmasına bütün çalışanların dahil edilmesi ve yapılan işin neticesinde ortaya çıkan değerin adil olarak paylaşılması anlayışı üzerine kurulmalıdır. İş yapış tekniklerinin geliştirilmesi hususunda sürekli olarak okul kurumuyla işbirliği içinde olacak iş kurumları bir yandan da, kendi içlerinden yetişecek çalışanlara, mevcut üretim sistemleriyle entegre olacak şekilde kendi iş kurumlarını kurma fırsatı tanımalıdır. Böylece iş kurumları, kendi tedarikçilerini kendi içlerinden yetiştiren birer okul haline gelecektir. Böyle güçlü, okul kurumuyla işbirliği içinde olan, entegre üretim ve tedarik sistemlerine sahip, bir yandan da insanların girişimcilik istek ve gayretlerinin önünü açan iş kurumları vasıtasıyla tarım, sanayi ve hizmet alanlarında kendini sürekli yenileyen, üretken bir yapı kurulmuş olacaktır.

 

Toplumun devamına dair ihtiyaçlar, ücret talep edilmeden, doğrudan devlet eliyle sağlanmalıdır. Eğitim ve sağlık alanında, yeni uygulama yöntemleri geliştirmek amacıyla çalışmalar yürütmek şartıyla vakıf kuruluşlarına izin verilebilir. Devletin mevcut durumda yürüttüğü eğitim ve sağlık faaliyetlerini aynı veya benzer şekilde icra edecek kurumlara izin verilemez; bu alanlarda faaliyet yürütmek isteyen kurumların mutlaka yeni eğitim, tetkik, tedavi, vb. yöntemler geliştirmek amaçlı araştırma kurumları kimliğine sahip olmaları gerekir. Zira, o an için en ileri olan yöntemleri, devletin eğitim ve sağlık kurumları halihazırda uygular durumda olacaktır. Bu sebeple, devletin uyguladığı yöntemleri tekrar ederek buradan ticarî kazanç elde etme amacı güden kurumlara ihtiyaç yoktur.

 

Devlet, insanların çalışma şevklerini korumaya ve iş hayatının işleyişinin devamına dair ihtiyaçların kesintisiz olarak karşılanması için gereken ortamı oluşturmakla sorumludur. Devlet, millî kültürü koruma ve geliştirme ile insanların millî ve uluslararası kültür düzeylerini yükseltme faaliyetini bir yandan kendi kurumları vasıtasıyla yürütürken, diğer yandan bu tür faaliyetleri icra eden kişilerle vakıfları ve özel kurumları teşvik eder. Kültürel faaliyetlerin devamı olarak turistik faaliyet imkânları da geliştirilmeli, yaz, kış ve kültür turizmi kapsamına alınacak yerler ve buralarda sağlanacak imkânlar tespit edilmelidir. Fizikî açıdan ulaşım ve elektronik açıdan erişim, iktisadî yapının sürekliliğinin sağlanması açısından hayatî öneme sahiptir. Bu konuda, trafiğin kesintisiz şekilde sağlanması yine devletin sorumluluğundadır. Zira ulaşım ve erişim, iktisadî hayatta, vücuttaki kan akışı kadar önemlidir.

 

Mevcut durumda, mülkiyetin kamu ve özel olmak üzere iki ayrı kategoride bulunduğunu görüyoruz. Bunlardan özel mülkiyete konu olan üretim araçları ve diğer unsurlar (ev, araba, vb.) nasıl ki mülk sahibinin tasarrufuna tabiyse, kamu mülkiyetine konu olan üretim araçları ve diğer unsurlar da o anda iktidarda bulunanların tasarrufuna tabidir. Bu noktalarda, mülkiyetin toplumun geneline zarar verecek şekilde keyfî kullanımının önlenememesi, ciddî düzeyde risk oluşturur. Şunu bilmeliyiz ki mülkiyet, ona sahip olan veya iktidarda bulunduğu için onun üzerinde tasarruf gücü bulunan kişilerin keyfine bırakılamaz; mülkiyet o anda bu kişilere sadece “emanet” haldedir ve bu mülkiyetin gerçek sahibi bütün toplumdur. Zira, şahsî mal varlıkları, eğer yasadışı yollardan oluşmadıysa, toplumun diğer bireyleriyle girilen alışverişler (mal ve hizmet alışverişleri, işyerinde çalıştırılan kişilerle yapılan iş sözleşmeleri, vb.) sonucunda birikmiştir; kamu malları ise zaten bütün yurttaşlara aittir ve bunlar üzerindeki tasarruf yetkisi, toplum tarafından belirli süreyle iktidarda olanlara verilmiştir.

 

Bu tespitlerin ardından, mülkiyetin, esas sahibi olan topluma dönmesi gerektiğini söylemek durumundayız. Mülkiyetin topluma ait olduğu, herkesin çalışması ölçüsünde millî gelirden pay alacağı, herkesin kendisinin ve diğer insanların hakkına razı olacağı, okul-işyeri işbirliği çerçevesinde sürekli kendini yenileyen çalışma ve üretim sistemlerine sahip bir ülke, her akıl ve vicdan sahibinin isteyeceği bir hedeftir.

 

Mülkiyetin topluma ait olması ve bu durumun sürekliliği, kamu mülkiyeti ve özel mülkiyetin, keyfiliğe izin vermeyecek kurallar ile denetlenmesinin yanı sıra, bu ikisinin yanına üçüncü bir kategori olarak “millet mülkiyetinin” getirilmesine ve bu mülkiyetin kendine has örgütlenmeyle sağlamlaştırılarak sürekliliğinin sağlanmasına bağlıdır. Millet sektörü diyebileceğimiz bu yapı, insanlara iş ve gelir garantisinin yanı sıra, hukukî danışmanlık ve sosyal sigorta hizmeti vermelidir. Toplumun, hiçbir ferdi dışarıda kalmadan, varlığın birliği bilinci içerisinde bütünleştiği, herkese çalışması karşılığında iş, gelir, ev, emeklilik ve hukuk garantisi verilen bu örgüt, siyasî iktidarı da içinden çıkarmalıdır. Devletin sağlayacağı eğitim, sağlık ve güvenlik başta olmak üzere temel hizmetler ile birlikte toplumun bütün ihtiyaçları karşılanmış olacaktır. Bütün ihtiyaçlarını bu şekilde kendi eliyle sağlayan toplum, herhangi bir lükse tamah etmemelidir; ortalama millî gelire sahip bir bireyin sağlayamayacağı mal ve hizmetleri, kimsenin edinmesine müsaade edilmemelidir.

 

Gücün üçüncü öğesi olan güvenlik, diğer iki unsur olmadan oluşamaz, bununla birlikte bir sefer sağlıklı şekilde oluştuktan sonra önceki iki unsurun sürekliliğini korur. Güvenliğin, mutlak surette, yerli imkânlarla kurulması ve sürdürülmesi gerekir. Bir yandan polis ve jandarma ile iç güvenlik, bir yandan ordu ile dış güvenlik, diğer yandan da istihbarat teşkilâtlarıyla istihbarî güvenliği sağlayan devlet, bu unsurların bütün ihtiyaçlarının bu kurumlara ait veya onların ortak olduğu şirketler vasıtasıyla üretilmesini temin etmelidir. Güvenlik birimlerinin malzeme ihtiyaçlarının yanı sıra eğitimleri de bütünüyle millî bünye içerisinde sağlanmalıdır.

 

Devlet, açıkça düşmanlık gösteren ülkeler (Türkiye için mevcut durumda Yunanistan, Ermenistan ve Kıbrıs Rum Kesimi) haricindeki komşularıyla dostluk çerçevesinde ilişki geliştirmelidir. Ülke savunmasının, ülke sınırları dışından başlayacağı ilkesine uygun olarak, öncelikle komşu ülkelerle, adına “Millî Devletler Topluluğu” denecek, üyeler arasında güvenlik işbirliğini sağlayan, birbirlerinin iç işlerine saygılı, her üye ülkenin, “millî devlet” ilkesine uygun şekilde, diğer üye ülkelerin soydaşlarına azınlık hakkı verdiği, dış saldırı halinde, bu saldırıyı bertaraf edecek olan ordu birimlerini yönlendirecek koordinasyon ve üye ülkelerin iktisadî sıkıntıya düşmeleri durumunda devreye girecek kredi birimine sahip bir örgütün kurulması önemlidir. Bu örgüt, zaman içerisinde, kurallara uyacak diğer ülkelerin üyeliklerini kabul ederek genişleyebilir. Bu sayede, dünya genelinde, birbirlerine saygılı millî devletlerin oluşturduğu ve güç dengesinin sağlandığı yapıya ulaşılabilir. Bu yapı, üye ülkelere ve dolayısıyla üye ülkelerin temsil ettiği ilke ve kurallara yapılacak saldırılara karşı caydırıcılık oluşturur; bunlara saldırı olması halinde saldırganı bertaraf eder.

 

Bilgi, iktisat ve güvenlik unsurlarından oluşan gücün sürekliliğinin, kurulacak örgütler vasıtasıyla güvence altına alınabileceğinden söz ettik. Kurulacak örgütlerin sürekliliğinin güvencesi ise zekâ, çalışkanlık ve ahlâk özelliklerinin hepsine birden sahip olan bireylerdir. Bu bireylerin güvencesi ise aralarındaki, tek varlık bilincine sahiplikten gelen işbirliğidir. Tek varlık bilinci ayakta tutulduğu müddetçe zeki, çalışkan ve ahlâklı kişiler yaşar ve toplumda etkin olur; zeki, çalışkan ve ahlâklı kişiler yaşayıp toplumda etkin oldukça onların vücuda getireceği kurumlar yaşar ve etkin olur; zeki, çalışkan ve ahlâklı kişilerin vücuda getirdiği kurumlar yaşayıp etkin olduğu zaman toplum bilgi, iktisat ve güvenlik unsurlarından oluşan güce sahip olur ve bu sayede toplumun tamamı bu bilince sahip olarak “tek varlık” mertebesine ulaşır.

Previous
Previous

PROGRAM-TOPLUM YAPISI VE HUKUKÎ İLİŞKİLER

Next
Next

AMAÇ-MADDEYLE UYUM